9 Mayıs 2008

Sevgilimin heyecanı....

...öyle derin ki....
Onun böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim.
Ben kendimi çok sabırsızlanırım diye beklerken onun bu tatlı ve sevecen heyecanı beni bir yandan müthiş sevindiriyor, diğer yandan da müthiş korkutuyor.
Onu hayal kırıklığına uğratmaktan çok korkuyorum.

Ve işte onun bu tatlı heyecanı süregelirken dayanamadık ve bu akşam test yaptırmaya karar verdik.
Esasında çoktan çıkmıştım eğer araya yine saçma sapan bir şey girmemiş olsaydı.

Şu an barut gibiyim.....

Bir yandan da müthiş korkuyorum ve heyecanlıyım....

Umarım hafta sonu yazabilirim....

Sevgiler

OPU - Yumurta toplama günü

4. kontrolde doktor aynı akşam gidip Çatlatma iğnemi yaptırmamı istemişti.
Bende akşam iğnelerimi yaptırdığım hastanede aldım soluğu 22 Nisan gecesi saat tam 22,30'da (bir dakika bile geciktirmedim; kendimle gurur duyuyorum).
Çatlatma iğnem yapıldı ve 24 Nisan sabahı saat 08.45 de merkezde olmam gerekiyordu.
Bizde Perşembe sabah ne olur ne olmaz erkenden yollara koyulduk.
Ama o da ne?
Köprü kapalı....
Ama öyle böyle değil.
2. Köprü yolu Teksilkente dek kapalı ve biz yerimizden milim milim oynuyoruz.

Neden böyle şeyler hep saatin önemli olduğu zamanlarda olur?
Hani Teoman'ın o meşhur şarkısı olmasa (trafikte tıkanan şerit hep onun şeridi olurmuş) bu bana özgü bir şey zannedeceğim.
Panik belirtileri göstermek üzereyim ama kendimi tutuyorum.
Ama bugün olmamalı.
Yani herşey bu kadar güzel gitmişken şimdi saçma sapan bir trafik yüzünden herşey allak bullak olmamalı. Olamaz. Olmamalı....
Aaaaagggggghhhhhh
Çatır çatır çatlamak üzereyim......

Bu durumlarda Sevgilinin birçok alternatif yol bilmesi çok faydalı oluyor. Bunu daha öncede birçok kez test etmiş olmama rağmen şimdi bir kez daha seviniyorum, hatta kendimi tutamayıp küçük bir çocuk gibi seviniyorum...

Daha önce söylemiş miydim bilmem...
Sabah afyonu geç patlayanlardanım...
Hele birde yemek yemediysem ve de aç'sam; vay yanımdakilerin haline....
Şimdide OPU'ya gideceğim için açım, susuzum ve üstelik yollar kapalı.
Buna birde heyecan eklenince inanılmaz durumdayım.
Neyse ki sadece 10 dakika gecikme ile merkeze varıyoruz.

Herşey çok iyi çok güzel merkezde ama ciddi bir otopark sorunu var.
Sevgilim beni yine merkezin önünde bırakıyor ve otopark aramaya gidiyor.
Ben içeri girer girmez her zaman yaptığım gibi lavaboda alıyorum soluğu ve sonra daha yerime oturamadan yukarı çıkartılıyorum.
Yine Sevgilim yok yanımda.
Ama bu sefer boş boş beklemek yerine eşime tembihliyorum sıkı sıkı geldiğinde beni sormasını.
Yukarı çıkıyorum, üstümü değiştiriyorum ve beklemeye başlıyorum.
Yine damarlarım sıkıntı yaratıyor. Ama bu sefer serum zamanında takılıyor; canım acıyor ama o kadar çok iğne yedim ki son zamanlarda buna da katlanıyorum. Gerçi elimin üstünde olsaydı daha iyi olurdu diyorum ama önemli değil.
Kıpır kıpır, yatsam mı otursammı bilemiyorum.
Bir an önce olsun bitsin eve gideyim istiyorum.

Gelen hemşireye “toplanan yumurtaların döllenememe ihtimali varmı” diye soruyorum. Elbette var diyor. Tahmin etmiştim zaten diye geçiyor içimden. Daha ben ne olduğunu anlayamadan 2 damla yaş kurtuluyor gözlerimden. Hemşire görüyor bunu “ağlama, bozma moralini, gergin girme OPU’ya” diyor. Tam da söylenecek söz bu. Daha fazla ağlıyorum. Selpak istiyorum. Getiriyor. O sırada sevgilim geliyor. Yine ağlarken görüyor beni.
İşi şakaya vuruyorum.
Hatice hemşire geliyor.
Yukarı gitme zamanı.
Sevgilimi öpüyorum.
Yürüyerek gidiyorum yine.
Bu sefer farklı bir ameliyathaneye alınıyorum.
Hatice hemşire yanımda yine.
Anestezi uzmanı geliyor.
Ardından da hemen Enver Bey.
İkisi de bir şeyler soruyor.
Bir ona bir diğerine laf yetiştirme derdindeyim.
Bir ilaç yiyorum.
Sadece saattin 9,30 olduğunu görüyorum.
Sonrası asansör.
Asansörde açıyorum gözlerimi daha.
Yine aynı görevli tatlı tatlı gülümsüyor bana.
Hatice hemşireyle yatağıma alıyorlar beni.
Bu sefer daha kolay ayıldım. Sesleri duyuyorum etrafımda, gözlerimi açıyorum. Kalkmak, gezmek istiyorum. Sevgilimi istiyorum.
Geliyor.
Konuşuyoruz.
Yemek geliyor.
Biliyorum ki yemekten sonra gidebilirim.
Seviniyorum.
Kasıklarımda sancı var ama geçecek, biliyorum.
Heyecan sarıyor dört yanımı.
İğne yapıyorlar ağrım için. İlaçlarım anlatılıyor. Giyiniyorum yavaş yavaş.

Hatice hemşire geliyor. Yanımda yatan kadına 20 yumurtası toplandığını söylüyor. Onun yanında yatandan 18.
En son kontrolde 15 saymıştım. Benim de herhalde 18 olmuştur. Keyfim yerine geliyor.
Hatice hemşireye soruyorum.
“Senden 15 yumurta topladık canım” diyor.
Üzülüyorum.
Az bu (sanki çok biliyorum ya kaç tane toplanırsa makbul diye)
Gözlerime yaşlar fışkırıyor. Yutkunuyorum. Ağlamicam. Giyiniyorum.
Sevgilimi ilaç almaya yolladılar.
O arada Enver Bey geliyor.
Herşey çok güzel geçti, çok rahattı diyor. Gözlerindeki güven beni ikna ediyor. 15 de fena değildir herhalde.

Eve gidiyoruz.
Uyuyorum, dinleniyorum, kitap okuyorum ve ertesi sabah işe gitmek üzere hazırlanıyorum.

Herşey çok güzel olacak.

Neler oldu neler....

Hani gören de alt tarafı 14 gün der....
Öyle değilmiş işte....
Alt tarafı 14 gün değilmiş işte...
Bu 14 gün içersinde insan umudu, umutsuzluğu, iyimserliği, karamsarlığı, güzelliği, sabırsızlığı ve hatta yüreüyememeyi öğrenebiliyormuş.....

22 Nisan'da çatlatma iğnesi oldum; 24 Nisan'da yumurtalar toplandı; 25 Nisan'da haberini aldım; 26 Nisan'da transfer oldu; 30 Nisan'a dek yattım, dinlendim, enerji depoladım; 1 Mayıs'da işe başladım; 2 Mayıs'da dizim enfeksiyon kaptı 6 Mayıs'a dek yattım; 6 Mayıs da artık patladım ve raporlu olmama rağmen işe gittim, açıldım; 7 Mayıs'da sevgilimin doğum gününü bile adamakıllı kutlayamadım; Mayıs ayın'da git-geller yaşadım; umutsuzlukla hamile olduğuma dair inancım arasında gittim geldim ve şimdi yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim işte....
Esasında bugün bile sonuç alabilirim ama biz nedense sevgilimle yarına bıraktık....
Farklı nedenlerle sanırım.
Sanırım sevgilim biraz daha "tutunsun" istiyor; bense korkumla yüzleşmemek için biraz daha zaman istiyorum ama diğer yandan da sızlanıyorum zamanın geçmemsinden.
Hatta itiraf etmeliyim ki dün gece sevgilimle duş sonrası saat 20,30 sıralarında sızmışız ve bu sabah 7,30 a dek de uyumuşuz....
Bu gece için hiiiiç uyuma niyetim yok ve adım gibi biliyorum ki o da bende uyuyamayacağız.
Ve yarın bol salya sümüklü bir gün olacak.
Kendi Doktorum yarın bir seminerde olacak.
Başka yerde yaptırıcam testi.
Sonra Pazartesi günü soluğu kendi Doktorumda alıcam.
Bu hafta sonu her halükarda bol ağlamaklı bir hafta sonu olacak...

Dün umutsuzluk içindeyken bugün içim umut dolu.....

Ne olacak bilmiyorum ama sonuç ne olursa olsun, bana her koşulda destek veren, beni yargılamadan, yönlendirmeden dinleyen, bana sonsuz sevgi sunan, bu dönemdeki tüm huysuzluklarıma, söylenmelerime katlanan, bana gül gibi bakan başta Sevgilime, Kuzen S.'ye, Yarenim'e ve Mor Kadına sonsuz teşekkürler....

Bu arada bir güzel haber daha....

Aile.org sitesinden güzel bir teklif aldım.
kabul etsem mi etmesem mi derken Sevgilimin de teşviki ile kabul ettim.
2. yazım bile çıktı.....

Bugün elimden geldiğince bugüne dek olan serüveni tamamlamaya çabalayacağım.

Dizimin şişmesiyle birlikte annemin evine transfer olmuştum ve anne ve baba gözetimi altında bilgisayarla fazla haşır neşir olamadığımdan notlarımı almıştım, yazılarımı yazmıştım ama buraya aktarma fırsatım olmamıştı...
Biraz karmakarışık bir blog olduğunun farkındayım.

Ama burası benim ve bende bu aralar karmakarışık ve hayatın arkasından koltuk değnekleri ile sektirmekte olduğuma göre bu da doğal....
Tüp bebek serüveni etiketleri ile de sanırım biraz daha düzgün bir şeyler ortaya çıkmıştır....

Ve bu yazıyı bitirmeden öncede iyileşir iyileşmez yapmak istediğim birşeyi benim yerime bol bol yapmanızı rica edeceğim:
Baharın bu güzel günlerinde bol bol yürüyün.....
Ben koşmayı, yürümeyi, özgürce eğilmeyi, kalkmayı özledim...
baharla kucaklaşmayı özledim....

Sevgiyle kalın....

23 Nisan 2008

Kontrol 3 ve 4

Esasında Kontrol 3 ve hatta Kontrol 4 üzerinden epeyce bir zaman geçti ve ben bugüne dek 2 kez niyetlendim yazmaya ama akşamları halsizlik diz boyu oluyor.
Bizim velet(ler) inşallah karar verir(ler)se gelmek için akşamcı olacak(lar) sanırım....

Ama kontrol 3, yani Pazar sabahı öyle değildi.
Sabah sabah bir bulantı ile kalkmak hiç de hoş değildi.
Boş sokaklarda hızlı hızlı Anadolu yakasına ilerlerken ben ne enfes havanın ne de muhteşem boğazın keyfini sürebilecek durumdaydım.

Merkeze varır varmaz kan vermeye girdim.
Ama baş dönmem ve mie bulantılarım o kadar kötüki, her an yığılacakmışım gibi hissediyorum kendimi.
Çok beklemeden muayne için sıra geliyor.
Hal hatır sorusuna ne kadar şikayet etmek istemesem de berbatım yanıtı dökülüveriyor ağzımdan.
Berbat durumdayım hatta sürünüyorum.
"Belki kızacaksın ama bu iyi benim için. Biz bu tip belirtilerin olmasını olumlu karşılıyoruz" dediğinde Enver Bey, gülümsediğimi ama yine de tuhaf bir bakış atmadan da edemediğimi anımsıyorum.

Muayne her zaman 5 dk sürerken bu sefer uzuyor.
Uzadıkça Enver Beyin yüzünde bir sıkıntı; b,r gerginlik oluşuyor.
Bu sefer bende geriliyorum.
Ekrana doğru uzanmaya çalışıyorum. Anlamasam da sanki soruların yanıtı oradaymış gibi bir ekrana bir Enver beye bakıyorum.
Endişelerim had safhada.
Evet, yarıda kesiyoruz cümlesini duymak için tetikteyim adeta. Aşılamada olduğu üzere bir sorun var, bir şeyler ters gidiyor muhakkak.
Polyp kelimesini yakalıyorum o korku bulutunun ardından.
Enver Beyin yüzüne bakıyorum gergince.
O ise hemşiresi ile birlikte birşeyler konuşuyor.
Gözümü kırpmaktan korkar hale geliyorum.
Korku ile baş edemeyeceğimi anlayınca kendimi toparlamaya çabalıyorum.
Ben bir ses çıkarana dek Enver Bey bana dönüyor.
"Şu an sol yumurtalığını göremiyorum. Çok derinde. Canını da yakmak istemiyorum. Anestezi altında daha net cevap alırız. Şimdilik üstten bakmayı deneyeceğim" diyor ve o buz gibi sıvı sürülüyoe karnımın üzerine.
Biraz dolanıyor ultrason cihazı karnımda.
Ben gözlerimi Enver Beyin yüzüne mıhlamış durumdayım.
Bana upuzun gelen bir an'ın sonunda ebatlarını yazdırmaya başlıyor hemşire hanıma. Rahat bir nefes alıyorum. Ama kafam karmakarışık.
Giyiniyorum ve hemen Enver Beyin yanına gidiyorum.
Korku içindeyim.
Konuşuyoruz.
"Herşey yolunda" diyor.
"Ama göremediniz"
"Evet, bazen derinde olabiliyor. Canını acıtmaktan korktuğumdan çok da kurcalamak istemedim. Salı günü tekrar göreyim. Haftaya anestezi altında gerekli müdahaleyi yaparım."
Tatmin olmuyorum.
O da anıyor.
"Herşey çok yolunda gidiyor şimdilik. Bir aksilik yok. Salı tekrar görüşelim" diyor.
Yüzüne bakıyorum.
Ona inanmak ve güvenmek istiyorum.
Endişelerimi orada bırakarak, mide bulantılarımı yanıma alarak Sevgilimle birlikte biraz hava almak için çıkıyoruz.
Kan sonuçlarını beklemek zorundayız.

Hava muhteşem.
Minik bir gezinti beni mahfediyor.
Midem bir yandan, kasıklarımdaki şiddetli sancı bir yandan, daha fazla dayanamıyorum.
Geri dönüyoruz.
Biraz internet, biraz gazete, biraz kitap ile hafta içi geçmek bilmeyen zaman hızla akıp gidiyor.
Sonuçlarımız yine güzel.
Doz ayarlaması yapıyoruz.
İlaçlarımzıı alıyoruz ve Salı sabah için randevulaşıp ayrılıyoruz oradan ve doğruca Üsküdar'a gidiyoruz.
Arkadaşımız E. nin anne-babası gelmiş memleketten.
Enfes yaprak sarma var kahvaltıda.
Tüm bulantılarıma rağmen kendimi yemek yemeye zorluyorum ilaçlarımın hatrına.
Yedikçe açılıyorum.
Muhabbet, sohbet güzel olunca son zamanlarda işkenceye dönen yemek yeme konusu da güzele dönmeye başlıyor.
Balkonda Boğazın ve güneşin, yeşilliklerin tadını çıkarta çıkarta kedi gibi mayışıyoruz hep birlikte.
Öğlen Orgalutran iğnemi lduktan sonra eve geri dönüyoruz.
Pazartesine hazırlıklarımızı yapıp hafta sonunun güzellikleri ile yeni bir iş haftasına merhaba diyoruz.

SAlı sabah yine erken bu sefer 1. köprüden gitme gibi bir yanlış kararla atıyorum kendimi evden.
Darallar gele gele merkeze varıyorum.
En azından PAzartesinden bu yana sabah bulantılarına veda etmiş, onun yerine akşam yemeklerşinde gayet güzel olan iştahımın bana yapmış olduğu bir oyunla gece bulantılarına terfi etmiş bulunuyorum.
En azından sabahları neşem ve keyfim yerimde.
İştahım değil ama.
Olsun.
Beterin beteri var ne de olsa.

Kan testi için kendimi manevi olarak hazırlamışken hemşirenin "bugün kan vermeyeceksiniz" demesi ile trafikte kaçan keyifm iyice yerine geliyor.
Yaşasın koluma özgürlüüüüükkkkkk....
Beklemek bu durumda daha da keyifli bir hal alıyor.
Beklerken bir hastanın müjdeli haberini alıyoruz.
Güle güle büyüt bebeklerini diyorum içimden.
Ve tekrar neleri yaşadığımı anımsıyorum, farkına varıyorum.
Konuşmasak da, sırf aynı ortamda bulunarak bile çok şeyi paylaşıyoruz biz esasında.
Yaşamın tuhaf çarklarından biri daha.
Birbirini hiç tanımayan, hatta hiç konuşmayan insanların büyük bir paylaşımları var. Bir umut var orada paylaşılan, en derinden.
Aklım dalmış giderken muayne sırası geliyor.
Tanıdık yüzler ne de fazla.
Göz göze geldiğinde artık meraktan ziyade ortak bir paylaşımın parıltısı yerleşiyor bakışlara.

Muayneye giriyorum.
Bu sefer sancım olmasına rağmen sol yumurtalığım görünüyor.
Muayne pazar günü yaşananlara inat çabuk ve güzel haberlerle geçiyor.

"OP için hazırsın. Hadi bakalım"

OP için hazırmıyım?
Bu kadar çabuk mu?
Ben tüm bu serüveni kafamda çok daha zorlu, çok daha uzun, çok daha çetrefilli beklerken biz şimdi en kritik noktalara mı yanaştık?
Korku, heyecan, umut, sükünet, telkin hepsi birbirine giriyor.
Haftasonunun tüm duygusallığı kendini bir planlama dürtüsüne bırakıyor.
Steril bir mantık hakim oluyor.
Herşeyi planlamalıyım.
Herşeyin altyapısı hazır olmalı.
Herşey kusursuz olmalı ki kafamı bunlara takmayayım.

Şans da bana yardım edince bu akşam güzel ve huzurlu bir uykuya dalabileceğim.
En çiçeklisinden mis gibi bir nevresim, en mavisinden mis gibi bir pijama, en cam göbeği mavisinden kocaman bir nazarlık, en kalınından sıcacık bir Akif Pirinçci Felidae romanı ve en romantiğinden, ilgilisinden, şefkatlisinden bir Sevgili ile yarına merhaba demeye hazırım ben.

Size yakın zamanda başka sürprizlerim de olacak....

23 Nisan Çocuk Bayramı benim için bir çok anlamda çok özeldir.
Dilerim bu özelliğini bu sene de korur.

Hepinizin Çocuk Bayramı kutlu olsun.
Yüce Önder Atatürk'ün bu eşsiz armağanına yakışır bir gün geçirmiş olmanızı diliyorum...

Sevgiyle

18 Nisan 2008

Veronika ölmek istiyor

İnsan kitabın adına bakınca şöyle bir tedirgin oluyor önce.
Nasıl yani oluyorsun.
Çok karamsar bir kitap diyorsun.
Yada belki sadece ben dedim.
Bilmiyorum.
Zaten popüler kitapları en popüler dönemlerinde okumakla ilgili bir sıkıntım var. Eh böyle oluncada haliyle bazı kitapları geç okuyorum.
Ama Veronika ölmek istiyor bende çok karamsar bir kitap çağrışımı yapmıştı.
Okumaya da niyetim yoktu.
Yazarı Paolo Coelho olsa bile.

Ama sonra Mor saçlı kadının evinde o kitapları gördüğümde, bütün kitaları gördüğümde yaptığım gibi dayanamadım ve kedi gibi usul usul sırnaşıverdim.
3-5 derken birkaç kitabı aldım aylaaaaaarrrr öncesinden.

Ama kendimi hep tedaviye hazırladığımdan ve de pskolojimi sağlam tutmak istediğimden hep erteledim.
Taaa ki benim adım kırmızıyı okuduktan sonra ne okusam ne okusam, offf okuyacak bir şeyim yok diye saçımı başımı yola yola evde gezene dek.
O zaman aklıma geldi mor saçlı kadından aldığım ve hala rehin tuttuğum kitaplar.
Bende aralarından gözü kapalı birini seçtim.
Veronika ölmek istiyor.

Hah, süper.
Bu moda bu kitap.
Harika.
Sonra arkasını okuma zahmetine katlandım.
Kesmedi başlardan bir kaç sayfa derken beni içine alıverdi. 1 hafta bitmeden bitiverdi kitap.

Hemde hiç öyle karamsarlığa itmedi beni.
Tam aksine bahara yakışan bir kitap edası ile içimi çoşturdu.
Okudukça okudum, okudukça eğlendim, okudukça sorguladım bende.

Hani hep birileri bir acı yaşarken bizde başımızdan geçen acıları anlatırız ya. Kendimizce umut olmaya, bak yanlız değilsin mesajı vermeye çabalarız ya. İşte bu kitap da böyle bir kitap (tabii bu arada bu mesajları veren kişilerin de farklı farklı olduğunda değinmek gerek. Kendilerini acıların kralları/kraliçeleri sanan nice insanı bundan elbetteki ayrı tutuyorum)
Bu kitabı baharın uyanışı ile okumak gerek.
Veronika ile, Mari ile, Eduard ile yolculuğa çıkmak, Dr. Igor'a kulak vermek gerek.
Tazelenmek gerek.
Yaşamlara tanık olmak değil, onlara dalmak gerek, mahremi bozmadan.

paolo Coelho yine müthiş bir iş çıkarmış. Hatta diyebilirim ki çok olumlu, pozitif, gerçekçi, naif bir kitap yazmış....

Okuduysanız yorumlarınızı beklerim muhakkak.
Okumadıysanız baharla birlikte okuyun derim.....

Sevgiyle,

17 Nisan 2008

Kontrol 2

Esasında dün akşam annemlerde koltuk üzerinde bir yandan annemin vişne kompostosunu yerken, bir yandan sıcacık bir evde (yuvada) sarıp sarmalanmışken, bir yandan da göz ucuyla Yasemin Yalçının dizisine takılmışken yazıyordum ama beklenmedik bir anda kuzen ve yenge gelince, bende nasılsa yarın (yani bugün) kan sonuçlarını beklerken yazarım diyerek onlarla elverdiğince bir muhabbete daldım.
Elverdiğince diyorum çünkü akşama doğru pilim bitiyor, başka bir boyuta geçiyor gibiyim - uyuşuk bir boyut.
Bahar'dan diyip geçiyorum.
Sonuçta yine de saat 24de dek ayakta kalmayı, internete girmeyi, kitap okumayı, sohbet etmeyi ayakta uyuyakalmadan başardığıma göre durum çok da vahim değil :-))))

Dün öğlen saat tam 14 de iş yerinin lavabosunda o ismi orangutanı çağrıştıran iğneyi nasıl yapacağım diye düşünürken, bir işe girdin madem, sonunu da getir edası ile yapıverdim. Veee esasında herşeyin beyinde bittiğini anladım.
Heh hiç de zor değilmiş diye tam böbürleniyordum ki, pantolonumun düğmesini kapatamadığımı farkettim. Düğme iğne yerine değiyordu....
Ben panik, ne olacak şimdi derken, biraz ilgi ve alaka ile göbeğimi acımaması için ikna ettim ve sonunda da enerjik bir vaziyette işimin başına döndüm.
Akşam saat 19 gibi olmam gereken iğne için arabayı annemlere bırakıp önce Gülşen ablaya gittik. Ama o iğneyi yapamayacağını söyleyince doğruca hastane yolunu tuttuk.
Önce orada derdimizi anlattık.
İğneyi vuracak kişi bana bilgi vereceğine ben bilgi veriyordum ona :-))))

Neyseki eli hafifmiş.

Oradan annemlere gittik tekrar ve güzel bir akşam geçirdikten sonra eve geçtik.
Kuzen ve yenge ile de ne zamandır görüşmüyorduk (Pazar'dan beri), iyi oldu.

Ve şimdi de bu sabah şaşırtıcı derecede açık olan bir trafikte çabucak geldim merkeze.
Kan vermek yine işkenceydi (ciddi soruyorum, damarları kalınlaştırma metodu bilen varmı????), ardından Çarşamba günkü beklemeye inat hemen muayneye alındım.
Enver bey yine her zamanki gibi nazik bir tavırla selamladı. Bugün farklı bir enerjisi vardı.
Yumurtaların ebatlarını hemşireye yazdırırken ben de saydım.
Sayıyı nazar değmesin diye kimseye - Sevgilim dahil - söylememe kararı aldım ama geçen seferin 2 katı olduğunu duyunca bir hayret nidası attım ve dayanamayıp Doktoruma sordum.
Geçen sefer çok ağrım olduğundan 1 yumurtalığa bakmış.
Bende doz düşük diye bu sefer daha az yumurta oldu sanıyordum. Değilmiş meğerse.

Bu arada bulantılarımda azalma var.
Hatta dün 1 ader Ferrero Küsschen bile yiyebildim.
Gerçi doyma mekanizmam epeyce hızlı çalışıyor ama olsun.
Az ve öz beslenmeye devam.

Şimdilik benden haberler böyle.

Birazdan kan sonuçlarım çıkar ve yeni doz ayarlaması yapılacak o sonuçlara göre.

Bakalım neler olacak.

Kasıklarımdaki ağrılar haliyle arttı ama dayanılmaz boyutta değil.
Şimdilik beni rahatsız eden bir şey yok.

Bakalım bugün de yine extradan iğneler olacakmı?
Kalça iğneleri ve kan almadan olsa keşke bu işler amaaa....

Neyse, şikayet yok....
Bir amaca ulaşmak istiyorum madem, bu minik engelleri de göze alacağız.
Hem belkide bu sayede iğne korkumla yüzleşme imkanım oluşur....

Sevgiyle

(bugün Cuma 18 Nisan. Ama yazıya dün akşam başladığım için ve taslağı değiştirdiği için dünün tarihi var. Sanırım biraz kafası karıştı Blog'umun...Öğreneyim hepsini çözeceğimdir)

16 Nisan 2008

İlk kontrol

Evet bugün ilk kontrol var.
Şu an sonuçlarımı bekliyorum.
Felaket derecede heyecanlıyım.
İçimdeki bulantuya neden olan çamaşır makinesi şu an çılgın gibi çalışıyor.
Halen canım çikolata istemiyor.
Enver Bey'in demesine göre minik bir hamilelik gibi olurmuş bu dönem.
Haydi hayırlısı bakalım.

Çizmelerimin deri kokusunu bile alıyorum evde.
Daha beterini hayal bile etmek istemiyorum.

Sonuçlarımın çıkmış olması gerek.
Akşama belki yazarım tekrar.

14 Nisan 2008

Veeeee başladıkkkkkkk

Geçen hafta apar topar bir iş seyahati gündeme geldiğinde ufak bir hesapla seyahatimin regl dönemine denk geleceğini hesaplamıştım ve biraz endişe de etmiştim. Hemen doktorumu aramış ve kendisine adetimin 2. günün muhtemelen benim seyahatte olacağım tarihe denk geleceğini söylemiştim. Biraz düşündükten sonra olacağına bırakmaya karar vermiştik. Öyle ya, daha histeroskopi üzerinden az bir zaman geçmişti (yarın 4 hafta olacak) ve biz başlayıp başlayamayacağımızı bile bilmiyorduk ki.
Bende PMS'imle birlikte bir iş gezisinin tadı nasıl çıkartılırsa öyle çıkarttım işte tadını (bu da başlı başına bir yazı konusu esasında).
Ve gittiğim gün aslında regl olmayı beklerken, tam da dönüş günü regl olunca çok sevindim. Alana iner inmez bir yolunu bulup yanlız kaldım ve doktorumu aradım. "Yarın gel" dedi. Yani daha önce ayarladığımız gibi regl'in 2. günü muayne edecekti beni.
Cumartesi günü saat 9 da olan randevum gün içersinde saat 7,30'a alındı. Bende Cuma gününün yorgun argın öğleden sonrasını internette gezerek, bol bol mail atarak ve bavulumu boşaltarak geçirdim.
Akşamına da güzel bir sandviç sonrası, sevgili zevcem'le hasret giderdikten sonra erkenden uyudum ve kendimi Cumartesi sabahına hazırladım. Cumartesi de sabahın erken saatinde evden çıktık ve 5 dk gecikme ile soluğu Umut Tüp Bebek merkezinde aldık. Doktorum Enver bey (onunla nasıl tanıştığım konusunda da ayrı bir yazı yazmam gerekiyor sanırım) muayne ettiğinde Histeroskopi sonrası herşeyin güzel göründüğünü ve özelliklede sol yumurtalığımda 4 yumurtanın olduğunu söyledi ve sonrasında beni odasında beklediğini söyledi.
Giyindim ve yanına gittim. Bu aralar programımın nasıl olduğunu sordu.
"İş gezilerim yok, planlamıyorum en azından şimdilik. Sadece 30 Nisan - 4 Mayıs arası fuarım var" dedim.
Takvime baktı ve "23-26 Nisan haftası işini bitiririm" dedi.
"Nasıl yani"
"Tedaviye başlıyoruz"
Kelimenin tam anlamıyla kalakaldım. Nasıl yani. Ben internette birazcık bakmıştım. Uzun protokol vardı, 21. günde başlardı. E o zaman şimdi bu neydi? Doktora sormaya kafam basmadı o an. İnternette herşeyi araştırmak istemiyordum. Bu serüvende artık bir doktora güvenmek ve genele değilde, kendime bakmak istediğimden ve fazla bilginin kafamı karıştırmasını istemediğimden o an sormak aklıma gelmedi (hatta şimdi bile nette araştırma yapmak istemiyorum).
Enver Bey o arada bana ilaçlarımı anlatıyor. Ama ben hala başka bir boyuttayım. Bu kadar çabuk beklemiyorum. Belkide bu zamana dek hep bir engelin çıkması; eh birazda hala herşeyi planlı programlı yapma isteğim. Bilemiyorum. Sadece şapşallaştığımı fark ediyorum. Evet şapşalım tam anlamıyla. Anlamıyorum. Enver Bey açıkladıktan sonra hemşireyi çağırıyor ve gerekli açıklamaları yaparak bol şans diliyor bana.
Ben ona nasıl görünüyorum bilmiyorum ama kendimi kesinlikle şapşal hissediyorum. Onun yorgun gözlerinde ise bir umut ışığı/parıltısı görüyorum. Ve hala şapşal bir vaziyette Hemşirenin peşinden gidiyorum. Bana Doktorun anlattıklarını anlatıyor. İğneye bugün başlamam gerektiğinden nasıl yapmam gerektiğini anlatıyor. Benim yüreğim halen pırpır ediyor. O iğnenin nasıl kullanıldığını biliyorum. Yıllardır babamın kendisine iğne yapışını izlediğim gibi, eylül ayında amerikanda bir aşılama girişimimiz olmuştu ama ne yazıkki aşırı yumurta uyarılması neticesinde (OHSS) denemeyi yarıda kesmiştik.
Ben yinede hemşireyi yarım yamalak dinliyorum.
Doktorun verdiği bir ilacın bir multivitamin olduğunu öğrendikten sonra da daha önce bana başka bir vitamin önermiş olmasından dolayı yanında bitiyorum yine.
Evet, Megadyn'e devam edebilirim. İşim bitiyor. Ne kadar sürdü, ne oldu ne bitti; farkında değilim. Deli gibi Aşkımı arıyor gözlerim. Saniyeler dakikalar gibi geçiyor. Oysa ona bu haberi bir an önce vermeliyim. Yanına gitmeden; bankodan resimlerimizi teslim alıyorum. Evlilik cüzdanı ve kimliklerimizi zaten Koca Aşkıma teslim etmişler.
Sesimin titremesine engel olamıyorum.
"Başlıyoruz Aşkım"
Şaşkın şaşkın bakıyor o da bana. Sanırım o da beklemiyor. Birlikte çıkıyoruz. Ne konuşuyoruz, ne soruyor, ne anlatıyorum bilmiyorum.
İğnenin sarı-lacivert kutusunu gösteriyorum ona.
Şaşkın bir vaziyetteyiz.
Üsküdar'a kahvaltıya gitmeye karar veriyoruz.
Nautilius önlerinde Aşkım bana ne hissettiğimi soruyor.
"Şaşkınlık, heyecan" diyorum.
Tıkanıyorum.
Ağlamaya başlıyorum çünkü.
O da biliyor kesin ağladığımı.
Ama bu sefer bir şey söylemiyor.
Sessizlik hakim oluyor.
Bir ara "23 Nisan haftası demek. Çok çabuk ya" diyor.
Sessizleşiyoruz.
Usulca elimi tutuyor.
Sessize Üskdara doğru yol alıyoruz. Arabamızı park edip, meydana yürüyoruz. Umut, heyecan, inanamama.....Duygularım karmakarışık. Sabahın körü olmasa, diğer ilaçları alıp okuyup, hazırlanacağım kendimce. Ama daha sabahın körü. Aşkım'da sersemlemiş olacakki Üsküdarda nerede kahvaltı yapacağımızı soruyor bana. Benim de aklıma bir yer gelmiyor. Oraya bakalım, buraya bakalım derken, yolda Kuzen P.'yi görüyoruz. Onun tavsiyesi ile bir pastaneye giriyoruz. Gerçekten de kahvaltı harika, simit sıcak, çaylar harika (çay sevmeyen ben bile 2 fincan içtim) Kuzen P. sporuna gitmek için yoluna devam etti, bizde daha önceden ablamla konuştuğumuz üzere Göztepe'ye yola çıktık.
O arada da Çarşamba günü üzerimde para taşımamak için de merkeze bir kısım ödeme de yaptık ve soluğu ablamlarda aldık.
Ablamın tüp bebek mucizesi teyzesinin kokoşu da uyuyordu. Bir gece öncesini onlarda epeyce maceralı geçirdiklerinden hanımefendi derin derin uyuyordu. Bizde abla-kardeş bir yandan kahvaltı hazırlıkları yaparken (onlar için kahvaltı; bizim için öğle yemeği) diğer yandan da muhabbet ediyorduk.
Derken bizim minik Prenses uyandı ve ben her zaman olduğu gibi dünyayı ve zamanı unutup onunla oyunlar oynadım, üzerini giydirdim, eğlendim ve onu sürekli öpüp kokladım. Bu seferki gidişimizde birde minik hanımı sevgilimle birlikte Gap'a; yani Park'a götürdük. Nasıl eğlendi, nasıl eğlendi anlatamam. Dilerim yüzündeki o gülücükler asla eksilmez.
Gerçi ben üzerimdeki kazakla o sıcaklarda neredeyse kızamık çıkartacaktım ama neyseki aşkım aşkım benim parkta kalmak için çok direnmedi ve biz eve döndük.
Dönerken de ablamın komşusu Müjgan abla'ya uğradık. Kendisi eczacı olup, ablamın ilaç temini konusunda hep yardımcı olmuştur.
Zaten onun Müjgan ablası, bizim de Gülşen ablamız var.
İlaçların çoğunu Müjgan abladan temin ettik. Sadece Koca Aşkımın içmesi gereken antibiyotik'den yoktu, onu da dün akşam eve gelene dek sorduğumuz 3. eczanede nihayetinde bulduk.
Müjgan abla ile hoş bir sohbet ardından (moral ve umut verici bir sohbet) tekrar minik Kokoşumla oynadık ve ilerleyen saatle birlikte eve döndük.
Koca Aşkım saçlarını kestirirken bende önce mutfağı toparladım, kırmızı kırmızı açan çiçeğime (ne çiçeği olduğunu bile bilmiyorum) yeni bir saksı sözü verdim ve akşamki davet için hazırlandım.
Aşkım gelince bişiler atıştırdık ve ikimiz de birer kutu antibiyotiğimizi (Zitrotek 1000 mg her birimiz için) içerek bu işe bir start vermiş olduk. Sonrasında her ne kadar sarımsağın fazla kaçmasından dolayı benim mide bulantılarım ve baş dönmelerim başlamış olsada güzel bir akşam geçirdik arkadaşlarla ve gece saat 1'e doğru yatağın yolunu bulduk. Sabah 8,30 da kalkmamız gerektiğinden, ben erken çalan saate off yine Pazartesi, yine iş diye söylenerek kapatırken, gece heyecandan olsa gerek saçma sapan rüyalar gördüğümü anımsadım ve canım daha da sıkıldı ama bugünün Pazar olduğunu ve bizim esasında Kuzenlerle ve onların hastane tayfası ile Çengelköy'de kahvaltı yapacağımızı anımsayınca yataktan zıplayarak kalktım ve elimden geldiğince güzel bir şekilde hazırlandım.
Dünden beri mde bulantılarım ve baş dönmelerim devam ediyor. Yine de bugün Çengelköy ve Hidiv Kasrında çok güzel vakit geçirdik, sonrada annemlere yemeğe uğradık.
Esasında annemle ve babamla bu durumu paylaşmayı, çocuk gibi şımarmayı çok istiyorum ama onların tüp bebek konusunda üzüleceğini düşünüyorum. Özellikle de annemin bunu kafasına takacağını düşündüğümden sadece onlara güzel bir müjde vereceğim günü düşünerek erteleme kararı aldım.
Ama yine de onların yanında şımarmaktan, kendimi küçük bir kız gibi hissetmekten alıkoyamıyorum....
Annemin güzel sebze yemekleri ile de sağlıklı beslenme konusuna geri dönmüş oluyorum.
Bu akşam saat 19 itibari ile de iğneme başlamış bulunuyorum.
Esasına niyetim öğlen saat 16 gibi başlamaktı ama iş yerinde hem iğneyi saklamak zor olacağından hem de rahat edemem diyerek akşam saatini seçtim....
Puregon 350 ml ile başladım ve bu akşam saat 19 itibari ile ilk dozumu oldum. Çarşamba günü de kontrolüm var. Yarın sabah da KG ölçümü yapmayı düşünüyorum. Aşılama esnasında 3-4 KG almıştım. Gerçi şimdilerde de oldukça KG aldım ama en son DR da ölçülen 57 KG giyimli bir ölçümdü. Regl öncesi 57 KG idim evde tartıldığımda; 1,5 KG şişlik muhtemelen inmedi (regl'in 3. günü ne de olsa iğneye başladım)
Tuzu tamamen kestim. Dünden beri midemin bulanmasından dolayı da tatlı istemiyor canım. Hem kendimin getirdiği hem de babamın getirdiği çikolatalar şu an ilgi alanıma girmiyor...
Evet, dün karar verildi ve bugün tekrar bir denemeye başladık.
Bu sefer aşılamada olduğundan farklı bir ruh hali içersindeyim.
Umarım güzel bir sonuç alırız...
Sevgiyle...

(Bu yazı esasında Pazar akşamı yazıldı ama teknik bir sorun nedeniyle bugün yayınlanabildi)

25 Mart 2008

Uzun bir zaman geçmiş (yine)....

2007 yılına belkide damgasını vuran cümlem oldu bu...

Günlüğüme, mektuplarıma, arkadaşımlara yazdığım notlara nedense Rumi yılı içersinde bu cümle damgasını vurdu....

Zamanı yakalayamadığımı düşünürdüm...

2007 böyle bir rehavet içersinde geçti....

Elbette kötü değildi 2007 lakin ona yüklediğim anlam doğrultusunda da değildi....

Getirdikleriyle götürdükleriyle yine de güzel bir Rumi yılı oldu 2007....

Ve bugün uzun zaman sonra bu sayfayı açtığımda ve 2007 yılına girmek üzereyken yazmış olduğum bu yazıyı okuduğumda, kızarmaya yüz tutumuş yüzümde beliren utangaç/mahçup gülümsemeyi ben anlayamadan "uzun bir zaman geçmiş yine" cümleleri dökülüverdi ağzımdan ve daha ben ne olduğunu anlayamadan bu satırlar dökülüverdi ellerimden...

Uzun bir zaman olmuş bu cümleyi sarf etmeyeli :-)))

Oysa buraya bambaşka şeyler yazmak için, sıcacık bir merhaba demek için gelmiştim ben...

Fazla söze de gerek yok...


Merhaba, Bal böceği ben....

Aşk böceğine kavuşmak için, masmavi bir dünyaya yelken açmak için, yaşamı anlamlı kılmak için kolları sıvamış minik bir balböceğiyim ben...